İnönü Üniversitesinde Öğretmenler Günü Coşkusu
24 Kasım Öğretmenler günü dolayısıyla, Eğitim fakültesinde öğrenim hizmeti veren öğretim üyeleri’nin ve öğrenim gören eğitim fakültesi öğrencileri’nin Öğretmenler Gününü kutladı. Program saat 09:30’da Atatürk Anıtına çelenk bırakılarak başladı, şehit öğretmenler ve depremde şehit olan öğretmenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşu ve istiklal marşının okunmasıyla devam etti. Yapılan saygı duruşu ve okunan istiklal marşının ardından program, İnönü Üniversitesi Turgut Özal kongre ve Kültür Merkezinde Resim-iş öğretmenliği öğretim elemanlarının hazırlamış olduğu sergi ve Müzik öğretmenliği bölümü öğrencileri ve öğretim üyelerinin hazırlamış olduğu konserle devam etti.
Resim Sergisi ve Müzik Dinletisi
İnönü Üniversitesi Turgut Özal kongre ve Kültür Merkezinde Resim-iş öğretmenliği öğretim elemanlarının hazırlamış olduğu sergi düzenledi. Düzenlenen sergi Rektör Ahmet Kızılay’ın katılımıyla başladı. Rektör Kızılay ve Eğitim Fakültesi Öğretim görevlileri resim sergisini gezdi. Resim sergisinin ardından Müzik Öğretmenliği bölümü Koro şefi Öğretim görevlisi Oktay Ceviz ve Orkestra Şefi Araştırma Görevlisi Enes Furkan Danacı’nın hazırlamış olduğu konser ile öğretim görevlileri ve öğretmen adayları eşsiz bir ana tanıklık etti. Düzenlenen konser sonrasında Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Nihat Şad Koro şefi Öğretim görevlisi Oktay Ceviz ve Orkestra Şefi Araştırma Görevlisi Enes Furkan Danacı’ya hediyelerini takdim etti.
Eğitim Fakültesi Dekanı Süleyman Nihat Şad’dan Önemli Açıklamalar
“2023 yılından itibaren neredeyse tüm fakültelerde, öğrencilere neredeyse 40 akts’lik pedegojik formasyon eğitimi verilmeye başlanmıştır. Bu durum aslında tüm fakültelerin öğretmen yetiştiren fakülte olması anlamına gelmektedir. Bu uygulama ile maalesef öğretmenlik mesleği bir iktisas mesleği olmaktan giderek uzaklaşacak ve lisans programı mezunu olmanın yeterli olduğu bir memuriyete dönüşecektir. Ancak öğretmenlik mesleği bir lisans programı bitirmiş olmaktan ya da 40 akts’lik ders almaktan çok daha fazlasıdır. 40 akts’lik ders almış yüz binlerce mezunu KPSS sınavı ile yarıştırarak en yüksek notu alanın atanması öğretmen yetiştirmesi açısından maalesef doğru bir yaklaşım değildir. KPSS sınavı öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği bilgiyi kısmen ölçebilir ama bu kutsal mesleğin gerektirdiği, duyguyu ve becerileri tek başına ölçemez. İyi bir öğretmenin öncelikli ölçütü öğrencisine duyduğu saygıdır, sevgidir mesleğine duyduğu saygıdır sevgidir. Bunu da KPSS sınavı ölçemez.”
Rektör Ahmet Kızılaydan Günün Anlam ve Önemi Konuşması
Rektör Ahmet Kızılay 24 Kasım Öğretmenler Günün anlam ve önemini anlatmak üzre kürsüde anlamlı bir konuşma gerçekleştirdi.
Rektör Ahmet Kızılayın konuşmalarından sonra Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi, Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hasan Kavruk Son Dersini vermek üzre sahneye çıktı.
Prof. Dr. Hasan Kavruk’un Son Dersi
Prof. Dr. Hasan Kavruk uzun yıllar boyunca yürüttüğü öğretmenlik mesleğinin sonlarına geldiğini ve Mart 2024 yılında emekli olacağına değindi. İnönü Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Hasan Kavruk Öğretmenler günü münasebetiyle öğrencileriyle vedalaştı. Program sonuna doğru kürsüye çıkan Prof. Dr. Hasan Kavruk Son Ders adı altında öğretmenlik mesleği hakkındaki tecrübelerini genç öğretmen adaylarına aktardı.
“Öncelikle Öğretmenler Gününüzü içtenlikle kutlar, hepinize saygılarımı sunarım. Sözlerime başlamadan önce; son günlerde Gazze’de, Batı Şeria’da hiçbir insani kritere sığmayan vahşetle hedef gözetmeksizin okul, hastane, kamp ayrımı yapmadan çocuk, yaşlı, hasta, sivil demeden bombalarla insanların dünyalarını viraneye çeviren, herkesin gözü önünde bir milleti topluca katleden İsrail’i ve onlara destek veren herkesi lanetliyorum, şiddetle kınıyorum.
Aydın Ortaklar Öğretmen Okulunda 1967 baharında başlayan öğretmen merkezli hayatımın 57. Yılı; 1987 yılında Hasanoğlan Öğretmen Lisesinde başlayan akademik hayatımın da 47. Yılı önümüzdeki Mart ayı Sonunda tamamlanmış olacak. Sayın dekanımız; “Bu yıl emekli olacaksın, son dersi Öğretmenler Gününde yap.” Deyince hem memnun oldum hem de derin bir hüzne daldım ve düşündüm… Sonunda bu zamanı 47 yıllık akademik hayatımın hesabını vermek, muhasebesini yapmak için bir fırsat olarak değerlendirmek istedim. 1967 yılı baharında Ortaklar İlköğretmen Okulunun parasız yatılılık sınavını kazanarak ilk adımımızı öğretmenlik için atmış olduk. Kapısında “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir!” yazan ve olağanüstü bir eğitim süreci yaşadığımız bu okuldan 1972 yılında yine sınavlar sonunda Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna devam imkânı buldum. Bir yıl sonra da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanarak dört yıl hem DTCF hem de Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna devam ettim.
1977 sonunda bu sefer kapısında “Muallimler Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister!” yazan Hasanoğlan Öğretmen Lisesinde öğretmenliğe başladım. Bu arada DTCF’de yüksek lisans programına da dâhil oldum. 1980’de hem yüksek lisansımı tamamladım hem de aynı fakültenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olarak nakloldum. Bu bölümde bir yıl sonra başlayan doktora eğitimimi 1987’de tamamladım. 1988 Eylülünde İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünde yardımcı doçent olarak göreve başladım. Aynı birimde 1997’de doçent, 2003’te profesör oldum. Halen aynı fakültede aynı birimde görev yapmaktayım. Kısmetse ve ağaçtan öte yol olmazsa Mart 2024 sonunda memuriyetten emekli olacağım. Dikkat ettiyseniz “memuriyetten” dedim. Zira öğretmenin, eğitimcinin emeklisi olmaz, olmamalıdır. Bizim kültürümüzde ilim beşikte başlar, mezara kadar sürer. Yarım yüzyıla yakın bu zaman dilimini nasıl sürdürdüğümü, bunca yıla bıkmadan, usanmadan nasıl tahammül ettiğimi merak ediyor bazı dostlarımız… Oysa dışarıdan çok uzun gibi görünen bu süreç benim için yarım gün gibi geldi, geçti… Sanki hiç çalışmamış gibi… Daha dün başlamış gibi… İmkânlar elverse ve ağaçtan öte yol olsa bir bu kadar daha çalışabilecek zevk, şevk, arzu ve isteğe sahip olduğumu belirtmek isterim. Bunun sırrını sorarsanız hemen ifade edeyim. Bunun sırrı “sevgi” değerli meslektaşlarım… Sevgi ve tebessüm… Eğer işinizi seviyorsanız hem başarılı oluyorsunuz hem de bir ömür hiç çalışmamış gibi zevkle zaman geçiriyorsunuz. Zira başarının yolu, mutluluktan geçiyor. Mutluluk ise sevgiyle başlıyor.
Attığınız adımlarda sevgi varsa çevrenizi, dünyayı, cennete çevirmişsiniz demektir. Fakat sevgisiz, isteksiz attığınız her adım sizi cehennemin kapılarına yaklaştırır. Ben sevdim… Öncelikle sevmeyi sevdim. Hayatı, insanı sevdim. Öğrenciyi, okumayı, öğrenmeyi, öğretmeyi yani öğretmenliği sevdim. Alanımı sevdim, edebiyatı, Türkçeyi sevdim. Bunca zaman gördüm ki sevgi, şefkat, tebessüm, tatlı dil her kapıyı açar, her yüreği yumuşatır, yılanı deliğinden çıkarır. Eğitimci olarak bizim muhatabımız insan, çocuk yani öğrenci değerli meslektaşlarım… Onlara sevgiyle, tebessümle tatlı dille yaklaştığınız müddetçe sevgilerini, güvenlerini kazanacaksınız. Onların sizi ve aktaracağınız bilgiyi ciddiye alarak kabullenmelerine imkân sağlayacaksınız. İşte eğitim de burada başlayacaktır. Öğrencileri severek, onları ciddiye alarak, onların güvenini kazanarak… Bu nedenle bir öğretmenin en önemli özelliği sevgi dolu fedakâr bir yüreğe, mütebessim bir çehreye ve adanmışlık ruhuna sahip olabilmesidir.
Öğretmen olarak sizi sevmeyen, ciddiye almayan, güvenmeyen, yüreğini kilitleyen birine verebileceğiniz kabul ettirebileceğiniz hiçbir şey yoktur. Oysa öğrenci, bizim geleceğimizdir, varlığımızın teminatıdır. Milletimizin olmazsa olmazıdır ve mutlaka bilimsel olarak kültürel olarak çok iyi yetiştirilmesi, maddi, manevi iyi donatılması gerekmektedir. Bu görev de her şeyden önce öğretmene düşer. Bir milletin geleceğini, medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız üç yol vardır, der bir düşünür. Bir aile yapısını tahrip ediniz. İki eğitim sistemini tahrip ediniz. Üç rol modellerini tahrip ediniz. İlk öğretmenimiz olan anneyi, aileyi küçümseyip alçaltırsanız, öğretmenlere, eğitimcilere önem vermezseniz onları ciddiye almazsanız, rol modellerinizin, kanaat önderlerinizin itibarlarını alçaltırsanız onları hafife alırsanız, ciddiye almazsanız millet olarak akıbetiniz bellidir. İnsan karakterini inşa eden adanmış öğretmenlere itibar yoksa sıkıntı başlamış demektir. Çünkü eğitim, insanı inşa, her şeyden önce gelir. İşte burada sorumluluk öğretmene düşer… Zira hepimizin malumu “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir!” Derler ki Çinliler barış ve huzur içinde yaşamak ve düşmandan korunmak için Çin Seddi’ni inşa etmişler. Fakat sonraki yüzyılda öncekinden üç kat fazla istilaya maruz kalmışlar. Ama hiçbir istila surları tırmanarak olmamış. İstilacılar muhafızları rüşvetle razı ederek kapılardan girip saldırılarını sürdürmüşler. Tahmin edeceğiniz gibi Çinliler yüksek yüksek surları gayet sağlam inşa etmiş fakat insanlarını, gençlerini eğitemedikleri, karakterlerini inşa edemedikleri için ne kadar sağlam olsa da surlar, istilaya engel olamamıştır. Bu durum bize eğitimin, dolayısıyla eğitimcinin, öğretmenin milletlerin hayatında ne kadar öneme sahip olduğunu göstermektedir. Kısaca belirtmek gerekirse Milletlerin geleceğinde öğretmenlik; olmazsa olmaz, yadsınamaz bir öneme sahiptir. Milletçe ciddiye alınmalı, önemsenmeli, toplumdaki itibarına halel getirilmemelidir.
Ben meslek hayatım boyunca öğretmenliğe bu zaviyeden baktım ve elimden geldiğince hakkını vermeye gayret ettim. Ne derece başarılı olduğumun değerlendirmesini önce öğrencilerime, siz değerli meslektaşlarıma, aziz milletime ve gelecek nesillere bırakıyorum. Binlerce lisans öğrencisi, yüzlerce lisansüstü öğrencisi, yüze yakın yüksek lisans, doktora danışmanlığı, seksen civarında kitap, yüzlerce kitap bölümü, makale, bildiri, elliye yakın kitap editörlüğü, bir ulusal bir uluslararası dergi editörlüğü ile karınca kararınca eğitim hayatımıza bir şeyler kattığımı düşünüyorum. İnanıyorum ki her biri nefsimden üstün öğrencilerim de gelecek yıllarda alanlarında şahsımdan daha verimli bir mesleki hayat sürdürecektir. Yarım yüzyıla yakın bir zamanda öğrencilerimle birlikte çalıştık, öğrendik, paylaştık… Arzu ederseniz burada kısaca paylaştıklarımızı özetleyelim.
1. Türk dilinin dünyanın en eski, en geniş konuşma alanı olan ve istinası olmayan istisnai dillerden biri olduğunu…
2. Türkçenin matematik katiyetinde sağlam kurallara sahip, mükemmel bir edebiyat, sanat ve bilim dili olduğunu…
3. Tarihin en eski dönemlerine kadar uzanan bir edebi, kültürel ve estetik geçmişimizin olduğunu…
4. Millet olarak hem İslamiyet’ten önce hem de İslamiyet’in kabulünden sonra oldukça mükemmel, örneği nadir bulunur, edebi ürünleri kaleme aldığımızı, klasik dönemde binlerce şair, yazar, sanatkâr yetiştirdiğimizi, bunlardan çok azı istisna kahir ekseriyetinin milletimizce hala bilinmediğini…
5. 20. Yüzyılın ilk yarısından itibaren yanlı ve yanlış olarak divan edebiyatı adıyla adlandırılan dönemle ilgili bilgilerimizin kahir ekseriyetinin yanlış olduğunu…
6. Bu edebiyatın anlaşılmazlığının söz konusu olmadığını, anlamanın okuyanın veya dinleyenin kelime haznesine bağlı olduğu dolayısıyla hayli az kelime haznesine sahip günümüz gençliğinin dedesinin dilini bile anlayamayacak durumda olduğunu…
7. Bu edebiyatın hiç de sosyal hayattan kopuk olmadığını, insanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşabileceği, hatta hayal edebileceği her türlü olay, olgu ve unsuru ihtiva ettiğini…
8. Bu edebiyatın Arapça ve Farsçadan taklit olmadığını ama Arap ve Fars Edebiyatlarından etkilenerek kendine özgü bir edebi gelenek ve estetik oluşturduğunu…
9. Bu edebiyatın sadece şiirden ibaret olmadığını, bir o kadar hatta şiirden daha fazla düzyazı eserlerimizin kütüphaneleri doldurduğunu…
10. Tarihin en eski dönemlerine kadar uzanan bu günkü manada bir roman ve hikâyecilik geleneğimizin olduğu, bunların önemli bir kısmının Batılı müsteşrikler tarafından
incelendiği, yayımlandığı halde eserlerin sahibi bizler tarafından isimlerinin dahi bilinmediğini ve maalesef öğrencilerimize de yeterince öğretilemediğini…
11. Dolayısıyla da geçmişimizle, kültürümüzle geleceğimiz arasında çok derin uçurumlar oluştuğunu, yeni nesillerin bu kopukluk ve yarattığı eksiklik yüzünden gittikçe Batı kültürüne kaptırıldığını…
12. Bu konuda en büyük sorumluluğun öğretmen ve öğrencilerden ziyade program ve programcılara ait olduğunu…
13. 19. Yüzyıl ortalarından itibaren Batı kültürüyle etkileşim sonucu Batı edebiyatının etkisiyle gelişen bir edebiyata şahit olduğumuzu…
14. Batılı Türkiyatçıların bizim kültürümüze ait eserleri bizden daha iyi bildikleri, çalıştıkları ve yayımladıklarını… 15. Yenileşme döneminde bile klasik edebiyatımızın varlığını devam ettirdiğini, hatta son dönemde bile hala klasik edebiyat geleneğini, biçimini, içeriğini, veznini devam ettiren, bu konuda başarılı eserler veren pek çok şair ve yazarımızın olduğunu yazdık, çizdik, paylaştık akademik hayatımız boyunca. Ama “ön yargıyı parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor” olduğunu da bizzat yaşayarak öğrenmiş olduk.
Bütün olumsuzluklara ve her türlü ön yargıya rağmen biz; öğretmenlerimize, öğrencilerimize, gençliğimize güveniyoruz ve geleceğimizi onlara emanet ediyoruz. 2024 Mart sonunda memuriyet hayatım sona erecek yani emekli olacağım. Fakat öğretmen, eğitimci olarak emekli olmam söz konusu değil. Bence öğretmen cismen ölse bile eserleriyle, fikirleriyle, öğrencileriyle sonsuza kadar varlığını, insanlığa hizmetini devam ettirir.
“Sözlerime burada son verirken ahirete intikal eden bütün eğitimcilere, öğretmenlerimize rahmet, çalışanlarımıza mutluluk ve muvaffakiyet, öğretmen adayı arkadaşlarımıza da bir ömür boyu başarı dolu, huzurlu meslek hayatı dilerim. Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş, hoşça bir sada bırakabilmiş olma ümidiyle sevgi ve saygılarımı sunarım… Ne diyelim “Az yaşa, çok yaşa emeklilik gelir başa, emekli olsak da ne gam, dünya küçük, öğretmenlik büyük”…”
Haber: İsa Demiroğlu