Her sabah uyandığınızda, aynada gördüğünüz kişiye ne kadar dürüstsünüz?
Bizi kusursuz olmaya zorlayan bir dünyada, kendi hatalarımıza, kırıklarımıza ve eksikliklerimize gerçekten ne kadar sahip çıkıyoruz?
Kusursuzluk, toplumun dayattığı bir yanılsama gibi görünse de, aslında bambaşka bir yerde, kendi içimizde saklıdır.
Hayatın her anı, bir yapbozun parçası gibi. Parçalar bazen kaybolur, bazen yanlış yerleştirilir, ama her birinin bir anlamı vardır.
Kendimizi bütünüyle kabul ettiğimizde, “mükemmel” dediğimiz o erişilmez hedefe yaklaştığımızı fark ederiz.
Kusursuzluk, parçalarımızın eksiksiz olmasında değil, onları olduğu gibi kucaklamamızda saklıdır.
Çocukluğunuzu düşünün. İlk düştüğünüz anı hatırlıyor musunuz?
Belki bir diz kanaması, belki bir ağlama…
O acıyı hissetmek ve bir süre sonra iyileşmek, insan olmanın en doğal süreciydi.
Ama büyüdükçe, düşmekten korkmaya başlıyoruz.
Dizimiz kanamasın diye sürekli aynı yolda yürümeyi tercih ediyoruz.
Yeni bir adım atma cesaretini, hata yapma endişesine kurban ediyoruz.
Peki ya hata yapmanın güzelliği?
Hata dediğimiz şey, bize yeniden başlamayı, kendimizi yeniden şekillendirmeyi öğretir.
Belki bir hata sayesinde, hayatta kim olduğumuzu ve ne istediğimizi öğreniriz.
Kusursuzluk, toplumun dayattığı bir yanılsama gibi görünse de, asıl gerçek şu:
Kusursuzluk, başkalarının koyduğu standartlara uymakla değil, kendi iç bütünlüğümüzü fark etmekle başlar.
Çünkü aslında hepimiz, hayatta aldığımız yaralar, yaptığımız hatalar ve taşıdığımız izlerle bir bütünüz.
Bize öğretilen nedir? Kusursuzluk; mükemmel bir kariyer, hata yapmamak, hep güçlü görünmek ve duygularımızı kontrol etmek…
Ancak bu yolda yürürken kendimizden ne kadar uzaklaşıyoruz?
İnsan olmanın özü, mükemmellikte değil, insanca eksik olmayı kucaklamaktadır.
Bir düşünün: Hiç kintsugi sanatını duydunuz mu?
Japonların kırık vazoları altınla tamir ettiği bu sanat, kusurların ve kırıkların aslında bir değer olduğunu hatırlatır.
O kırık çizgiler, o hatalar, o yaralar, objeyi hem daha güçlü hem de daha eşsiz kılar.
Bizim hikayemiz de tıpkı böyle değil mi?
Hayatta aldığımız her darbe, bizi yeniden şekillendiriyor ve bizi biz yapıyor.
Peki ya o darbelere teşekkür edebilsek?
Kendi bütünlüğünüzü fark ettiğinizde, hayat bir mücadele olmaktan çıkar. Kendinizi daha az yargılar, daha çok kabul edersiniz.
Başarı, her şeyi kontrol etmekte değil, her şeyin kontrol edilemeyeceğini anlamakta saklıdır.
Kusursuz olmak için çabalarken yoruluyoruz; oysa kendimize izin versek, yavaşlasak, içimize dönsek…
Belki de hepimizin ihtiyacı olan tek şey, olduğumuz haliyle “yeterli” olduğumuzu fark etmek.
Bir gün, aynaya baktığınızda kendinize şu soruyu sorun: “Bu yüz, bu beden, bu ruh…
Bu kişi benim mi?”
Kendinizi olduğunuz gibi görmeye cesaret ettiğinizde, kusurlarınızı fark ettiğinizde ama onlara savaş açmadığınızda, içsel bir huzurun kapıları aralanır.
Çünkü kusursuzluk, dışarıda aradığımız bir hedef değil, içeride keşfettiğimiz bir yolculuktur.
Kendinize nazik olun. Hatalarınıza, eksikliklerinize, yanlışlarınıza…
Hepsi birer hikaye taşıyor.
Kusursuzluğunuz, kendinizi kucakladığınız o an başlar.
Unutmayın, siz zaten kusursuzca kusurlusunuz.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain