Haziran ortasında bir değişik mevsim yaşıyoruz.
Önce yakıcı güneş, ardından grilik, rüzgâr, sonra pıt pıt damlalar ve bir sağanak ki…
Yollarda kalanlar.
Evlere, işyerlerine dolan çamurlu sular.
Kullanılamayacak hale gelen eşyalar, perişan insanlar…
Yerle bir olan tarlalar, çamura bulanmış buğday başakları.
Dökülen, yaralanan sebze meyveler.
Yitip giden canlar, yok olan onca emek…
Şu yaz günlerinde, her an bir yerlerden böyle görüntüler izliyoruz.
Dün de gözlerimle şahit oldum.
Kaldırımı aşıp, bir dere gibi evlerin önünden akan yağmur suları.
Kocaman çöp kutlularını sürükleyen, arabaların içine dolan…
Yaz ortasında iri dolu taneleri; savrulan, kırılan ağaç dalları, dökülen meyve taneleri, kırılan tazecik salatalık, domates fideleri…
Oraya buraya sığınmaya çalışan sokak canları…
“İklim değişikliği” denilen şey lafta kalmıyor artık.
Korkutan yüzüyle sokağımıza, evlerimize, bağımıza, bahçemize dayandı.
Her evin kapısını kocaman tokmağıyla çalıyor.
Her canlıya ayrı ayrı “ben geldim, önlem almazsanız daha sık geleceğim” diyor…
Çok söylendi, hâlâ söyleniyor, “aman çevre kirliliğine dikkat” “iklim değişiyor” “küresel ısınma çok arttı” “kıtlık kapıda” “karbon ayak izinizi hesaplayın…”
Bugün selden, çamurdan korumaya çalıştığımız arabalarımız, evlerimiz, tükettiklerimiz, yaşam biçimlerimiz, tercihlerimiz hepsi, hepsi etken bu yaşadıklarımıza…
Daha çok ve lüks tüketelim dedikçe, ellerimiz daha boş kalmaya başlıyor.
Maalesef yaşananlarda hepimizin payı var ama az ama çok…
Benim birkaç dal salatalık fidem kırıldı sorun değil elbet ama çiftçimiz tarlalar dolusu ekinini kurtarma telaşında…
Yarın bir gün soframızdan yiyecekler eksildiğinde bunu daha iyi anlayacağız.
Hâlâ bir şeyler yapabiliriz, çok geç olmadan şimdi başlayarak, herkes kendi karbon ayak izinin hesabını tutarak…