Eskiden kış geldi mi sobaların, ocakların üzerinden çaydanlık eksik olmazdı.
İçine bir avuç çiçekli, yapraklı ıhlamur atılır, gün boyu suyun sesi, ıhlamurun tatlı kokusu dalgalanır dururdu evlerde.
Gül rengine çalan şifa çayından isteyen bir bardak alır, kış soğuğunu ıhlamur sıcaklığıyla bastırırdı.
Boğazımız yumuşacık olur,
Üstümüzdeki kırgınlık kaçar giderdi…
Tabii şimdi de ıhlamur çayımız mutfağımızın baş köşesinde.
Taa yazdan gelip yerleşiyor evlerimize.
Haziran başladı mı yaz esintileri ıhlamur ağaçlarının tatlı kokularını taşıyor sokaklara…
Cânım ağaçların meyvelerini sunma şöleni bir hayli devam ediyor.
Rüzgâr, sarı, dolgun, ballı çiçeklerine değip, o tatlı aromayı alıp, tüm mahalleyi dolaştırıyor.
Ihlamur ağaçları,
“Ben oldum, gelin artık toplayın, kışın çok işinize yarayacağım” diyor bizlere…
O mis çiçekleri toplayıp bir hafta kadar sofra bezinin üstünde kurutuyorum.
Sonra kavanozlara…
Ve işte bu soğuklarda, bir fincan şifa olarak yanımda…
Ihlamur bizim doğal çayımız,
Hoş kokulu geçmişimiz…
Artık eskiden olduğu gibi sabahtan çaydanlığa atıp gün boyu içmiyoruz pek.
Sıcak suya bir avuç at, on dakika bekle, sonra süz ister limonlu ballı, ister sade iç.
Böyle demlemek daha faydalıymış.
Öyle diyor uzmanlar…
Ben bazen sobayı yakınca yine eski usul yapmak istiyorum,
O çaydanlık kaynasın,
Su sesi, ıhlamur kokusu sarsın evi,
Eskilerden bir de şarkı açayım,
Camın önünde kitabım, ıhlamurum,
Kar da yağsa şöyle…
Bereketiyle,
Şifalansak hem bedenen, hem ruhen…