Anadolu’da yaşlı teyzelerde, ninelerde görüyordum bu dövmeleri.
“Kim, nasıl yapar bunları?”
diye düşünürdüm.
Adına “dek” denilen dövmeler bir zamanlar özellikle Urfa ve civarında çok yaygın yapılırmış.
Dudağa, yüze, ellere, kollara ve vücudunun değişik bölgelerine yaptıranlar olurmuş.
Bu işaretlerin her birinin ayrı anlamı varmış. Daha çok eşine güzel görünmek, nazardan ve hastalıklardan korunmak için boyatırlarmış eski dönemlerin genç kızları, kadınları.
Kendi aralarında bir eğlence gibiymiş aynı zamanda dövme yaptırmak.
Bu yaşlı teyzenin fotoğrafını özellikle çektim.
Ellerindeki dövmeleri inceledim.
Yıllar yıllar önce, gençliğinde yaptırdığı bu izlere dokundum.
“Artık yaptıran yok bunları pek” diyor gülümseyerek.
“Biz de gençlikte boyattık böyle kaldı işte kızım” diye ekliyor.
Sıcacık gülümsüyor, sarılıyor.
Ben soruyorum o anlatıyor, anlatıyor.
Biraz Türkçe, çokça Arapça konuşuyor.
Arkadaşım tercüme ediyor anlamadıklarımı…
İkinci fotoğrafta benimle gülümseyen bu Anadolu kadını kendine ve çevresindekilere kadim kültürün dövmesi “dek”ler yapanlardan.
Nasıl boyadığını, malzemeleri anlatıyor.
Artık pek yaptıran olmadığını da…
Tozlu ve meşakkatli köy yolunun sonunda varılan bir köy evinin yer minderinde vücutlara şekiller boyayan bu kadının hikâyesinin ve duygularının içinde buluyorum kendimi.
Sonra başka hikâyeler kopup geliyor zamandan ard arda.
Kalemin yetişmiyor bu toprakların zenginliğinin hızına.
Sayfalar doluyor, ardını çeviriyorum.
Ve öyküler biriktikçe birikiyor bu toprakların içinden.
Yazmaya gayret ediyorum tarihe bir “dek” deseni de ben bırakmak için…