Onlar bu toprakların gençleri.
Onlar, çoğumuzun gidip göremediği “uzak köyler”in genç kızları…
Toprak damlı, toprak tabanlı, küçük göz pencerelerinden gün ışığının sızdığı evlerin parıldayan yürekli çocukları…
Evlerine elektriği -o da son birkaç yıldır- kendi çabalarıyla kurdukları sistemden sağlıyorlar.
Su, belli günlerde tankerlerle geliyor.
Oradan alıp kullanmaya çalışıyorlar.
Köyün yanı başında akan suda eskiden çamaşır, bulaşık yıkarlarmış.
Hayvanları içecek kadar temizmiş, bahçelerini sularlarmış.
Ama artık bu su kirlenmiş, ta yukarılardan kirlenerek geliyor.
Köyün yolları bozuk ve tozlu.
Okul uzakta. Taşımalı eğitim çile.
Bu kızlar ilkokula kadar okuyabilmiş.
Zaten git-gel zor onlar için.
Yaşam zor her bakımdan.
Geçimleri hayvancılıktan.
Hayvanları otlatıyorlar.
Sonra sağım ve bakım işleri.
Evdeki işler, yemek, bulaşık…
Günleri bunun üstüne kurulu.
Çoğunun evlenene kadar telefonu olmuyor.
Annelerinin, büyük kardeşlerinin telefonunu kullanıyorlar.
Zaten telefon zor çekiyor buralarda.
Çoğu bize göre basit nimetlerden yoksun yaşıyorlar.
Ama yüzleri güleç.
Yürekleri sıcacık.
Elleri de.
Güneşten, toprakla uğraşmaktan kabuk bağlayan elleri…
Bu kızların diğer gençlerden hiç bir farkı yok.
Tek farkları doğdukları, yaşadıkları topraklar, evler…
Ülkenin milyonlarca genci bir hafta sonra girecekleri, mesleklerini belirleyecekleri sınav için heyecanlanırken, onlar her sabah kendi sınavlarıyla yüzleşiyorlar.
Onların gelecekte olmak istedikleri meslekler için girecek bir sınavları yok.
Evlenip çoluk çocuğa karışıp aynı hayata devam edecekler.
Çocukluktan beri besleyip büyüttükleri tüm hayalleri kat kat giydikleri elbiselerinin altında saklayacaklar kutsal bir emanet gibi.
Sesleri duyulmayacak.
Teknolojinin zirve yaptığı çağda onların çaresizlik hikâyeleri hepimizin sınavı aslında.
Hepimizin yarası.
Ya merhemi nedir?
Ne yapabiliriz?
Tutar mıyız ellerinden?