Yalınayak bir Filistinli kız, ailesi için şişesine su doldurup onca yolu yürürken “Ben hâlâ güller çağında küçük bir kızım” diye şarkı söylüyor.
Yağmur çadırlarını ıslatırken, merhamet yağarken gökten, serinletirken Gazze’yi; ağaçlardan, çadırın saçağından akan suyu avuçlarına doldurup içiyor, yüzüne sürüyor Gazzeli küçük oğlan…
Analar gelen suya ekmek ıslıyor,
Aç yavrular yesin diye.
Bir tas çorba bulduysa baba, toplaşıp yiyor tüm aile aynı kaptan.
Çadırlar gün altında.
Çadırlar toz toprak içinde.
Böcek sarmış.
Çadırlar üstlerine yağan bombadan yanıyor.
İnsanlar yanıyor.
Evler yerle bir.
Bomba yağıyor Gazze’ye.
Biz izliyoruz.
Babalar, analar çocuklarının parça parça vücutlarını topluyorlar enkazdan.
Bir baba çocuğundan kalan tek eli sevip bağrına basıyor.
Toz duman içindeki tek renk, akan kırmızı kan oluk oluk.
Gazze’de insanın adı yok artık.
En acımasız film sahnelerinden bile daha gerçek, korkunç ve vahşi bir savaş filmi tüm dünyanın, bizlerin gözü önünde.
Başımızı secdeye koyduğumuzda topraktan kan kokusu geliyor.
Acı acı çığlık geliyor.
Ölmüş çocuk masumiyeti duyuluyor.
Anaların sessiz ağıdı.
Şehit cenazelerinin ezanı…
Gazzeliler yardım diliyor Allah’tan.
Kurtuluş, imdat!
İnsanlık duysun istiyorlar bu zulmü,
Seslerini…
Elbet güzel yürekler tutuyor ellerinden,
Bombanın içinden geçip şu götürüyorlar, ekmek götürüyorlar,
Merhem götürüyorlar.
Dünyadan “yardım” sesleri yükseliyor.
Ama daha çok lazım,
Zulme “dur!”demek lazım,
Zalime dur!
İzlemek, söylemek, acımak yetmiyor.
Gazze’de yanan ateşi söndürmek için gerekirse avuç avuç su taşımak lazım.
Can İbrahim’i ateşlere salan Nemrut’un alevine su taşıyan karınca misali.
Yoksa yetimlerin ahı,
Tüm dünyayı soracak.
Bir daha iflah olmayacak bu insanlık…