Sabahın aydınlığa yüzünü döndüğü saatlerde açılmıştı gözleri.
Ne kadar süre tavanı izledi bilmiyordu.
Kaç puslu sabaha uyanmıştı, kaç geceyi bölmüştü kabusları sayamıyordu.
İçinde boğuştuğu öfkenin hangi kusurlarıyla nefes almasına engel olduğunu canı yanarak hissediyordu.
Gözlerine bürünmüş kan rengi bakışları, saçlarında zihnindeki yükün ağırlığı,
kulaklarında kalbinin ağıtı ve dudaklarında ızdırabının titreşimiyle kalktı yatağından...
Kendini suyun altına bıraktığında gözyaşlarıyla karışan damlalarla eriyordu sanki yorgun bedeni.
Tam olarak nezaman bitti bu eriyişin tamamlandığı an bilmiyordu.
Ne olursa olsun yaşamalısın diyen midesindeki senfoni onu mutfağa yönlendirdi.Bir kahve yaptı
kendine, en koyusundan yanına da bir küçük tabak yulaf ezmesi..
Maksat bedenini ayakta tutabilmekti...
Ağzında büyüyen ve en katı gıdayı yutarcasına zorlanan boğazı son lokmayla da
finali yaptıktan sonra artık işe gitmek için hazırlanmalıydı.
Siyah olan ne varsa geçirdi üzerine, birde yorgunluğunu gizleyen makyajını...
Aynada kendine baktı...
Gözlerinin en derinini görmek için iyice eğildi. Baktı baktı baktı... !
Sonra hafif bir tebessüm ve arkasından gelen yeni bir öfke hali...
İşe giderken düşünmeye bolca vakti vardı. Ne de olsa yol uzundu.
Yaşadığı herşeyi tekrar tekrar yaşayarak sorguladı kendini ve sindirmeye çalıştı...
Kaça bölünmüştü ve kaç savaş vermişti...
Yenilgiyi de galibiyeti de hep en zirvede yaşamıştı...
Ozaman bunun bir sebebi olmalıydı...
Kendine acımayı bırakıp sebeplerini anlayıp kendi hayatını kurtarmalıydı...
Kimbilir O'nu daha kaç savaş bekliyordu...! Ya Sen?
Sen kaç savaşa yenik düştün?