Geçmiş zaman fotoğraflarını seviyoruz.
Arada çıkarıp bakınca o günlere gidiyoruz.
Ne giyilmiş, saçı nasılmış, hava nasılmış o gün, nerede çekilmiş?
Tek bir kareden tüm ânı okumaya çalışıyoruz. O dönemki dünyanın hâlini…
Biraz uğraşsak o anki duygular da dökülüyor bir bir.
Sesleri duymaya başlıyoruz.
Az ileride yürüyen insanların taş basamaklara bıraktıkları ayak seslerini.
Bir kadının çocuğuna seslenişini belki. Çocuğun koşarak annesine gelişini. Manzarayı bölen zamansız kornayı.
O anda burnumuza gelen bir çiçek kokusunu mesela.
Fotoğrafa bakarken alıyoruz işte.
Onun için seviyoruz belki de eski fotoğraflara bakmayı.
Yaşam yolculuğumuzdan izler taşıdığı için. Hikâyemizin bir parçası yazımı olduğu için. Unuttuklarımızı hatırlatıyor diye…
Böyle eski fotoğrafların birini okuyorum elime geçince.
Sonbahar öğleninde Göreme sokaklarındayım.
Güneş sıcacık ısıtmış her yanı.
Taş basamakları.
Belli ki yorulunca onun için oturmuşum üşürüm diye telaş etmeden.
İşten, güçten, evdeki telaşlardan biraz uzaklaşmanın rahatlığı var üstümde. Sevdiğim puantiyeli elbisem…
Saçlarım pembeymiş.
On yıl geçmemiş üstünden ama o zaman daha iyiymiş dünya.
Bugünden daha iyi en azından… Bu denli zulüm yokmuş.
Bu kadar acı.
Çocuk ölümü.
Dünya kötülüğe ne kadar hızlı evriliyor böyle? Bugün çektirdiğimiz fotoğraflara gelecekte baktığımızda da umarım “ah eski günler daha iyiydi” demeyiz.
Gün günü aratmasın bize. Gün güzele dönsün artık.
İyiliğe, barışa. Hep mutluluk fotoğrafları kalsın yeryüzünde, geleceğe kanıt…