Ne zaman geçiyor kalp ağrıları, yalnızlığın bıraktığı buruk hüzünler... Ne zaman geçiyor aşkın bıraktığı acılar? Hatıraların bıraktığı acı iyileşiyor mu, yoksa insan ne zaman bunca acıya alışıyor? Anlamı derin ve cevabı olmayan sorular mı bunlar, yoksa bozuk psikolojimin bana yaşattığı birer halüsinasyon mu? Pek anlam veremedim. Anlam verdiğim tek şey ise sol kaburgamda çarpan yüreğimin isyanı. İsyanı durduracak tek bir zabıtım bile yok... İnsan bir saate takılıp kalır mı diyordum önceleri, takılıp kalıyormuş. İşte bunu çok iyi anladım, hatta takılı kaldığı saatte yüreğinin çıkardığı isyandan uyanıveriyor uykusundan. O an, yüreğe dar geliyor kaburga. Acısını tüm uzuvlarında hissettiriyor, ne bir ilaç geçirebiliyor ağrısını ne de temiz hava... Hiçbir şey fayda etmiyor.
O acının yüreğini parçaladığına ve bütün uzuvlarının yerlere döküldüğüne şahit oluyorsun. Kısacası hiçbir şey fayda etmiyor. En kötüsü ise bunları senden başkası görmüyor, bilmiyor ve hatta şahit olmuyor içindeki isyana. Bir şehre, bir sokağa ve hatta bir anıya hapsoluyorsun ve hiç çıkamıyorsun.
Sabah güneşi hiçbir anlam ifade etmiyor, yediğinin içtiğinin tadı tuzu olmuyor. Tüm şekerler acı geliyor bu yüzden şekere bile küsüyorsun, hayatından bir anda silip atıyorsun şekeri. Fayda ediyor mu. Asla... Ne yapsan hiçbir şey fayda etmiyor. Acılarınla başbaşa kalıyorsun, bir tokat gibi yüzüne vuruyor vazgeçtiğin her ne varsa.
Yalnızlaşıyorsun her geçen gün kalp ağrılarının yüzünden. Nefes almak bile ağır geliyor yüreğe. Soluğunun bir anda kesilmesini istiyorsun ama her seferinde isteğinle yaşayacakların aynı olmuyor. Yaşayacak günlerin, yaşadığın günlerden daha ağır geliyor ve bir anda hayatın orta yerine çakılıyorsun mıh gibi. Doğrulamıyorsun hiçbir şekilde ne bir anda hayata tutunabiliyorsun ne de hayattan kaybolabiliyorsun. İşin özeti kayboluyorsun hayatın orta yerinde.
Kaybolduğunla kalıyorsun hayatta. Ne kalp ağrıların geçiyor ne de aşkının bıraktığı acılar, hepsi içine bir bir işliyor...