"Olduğum gibi olmak, olduğum gibi kalmak istiyorum," derken belike de en büyük arzumuz kendi özümüzü kaybetmeden var olabilmektir. Fakat bazen, özellikle de başkalarının koşullu sevgisiyle kuşatıldığımızda, bu arzunun üzerine sis çöker. Koşullu sevgi, bir gardiyan gibi özümüzün etrafına duvarlar örer; bu duvarlar bizi içeri hapsederken, dışarıda kalanları sadece şekil verilmiş bir görüntüyle tatmin eder. O duvarlar, başkalarının beklentilerine, onayına göre şekil aldığında, olduğumuz kişiyi kaybetmek kaçınılmaz hale gelir.
Sevdiği için, ama sadece belirli koşullarla, bizi olduğu gibi kabul etmeyen birinin yanında zamanla kendimizi unuturuz. Her gün aynaya baktığımızda, yansıyan yüzün biz mi yoksa başkalarının istediği bir maske mi olduğunu sorgularız. O maske; dost görünen, ama aslında bizi biz olmaktan çıkaran bir düşman haline gelir. Kendimizi kaybetmeye başladığımızda, o maskenin altında geriye sadece bir gölge kalır. O gölge, zamanla varlığımızın yerine geçer ve biz, o maskenin ardındaki kişi olduğumuzu unuturuz.
Koşullu sevgi, yüreğimizde yankı bulan o ince sesi susturur. İçimizdeki çocuk, koşulsuz sevgiye muhtaçtır, tıpkı bir çiçeğin suya ihtiyaç duyduğu gibi. Fakat koşullu sevgi, suyu damla damla verir; asla doyurmaz, asla serinletmez. Ve biz, o çocuk gibi, susuzluktan solmaya başlarız.
O zaman insanın yapabileceği en cesur şey, o maskeyi çıkarıp, kendini yeniden bulmaktır. Belki de bu yolculuk, kendimizi yeniden sevmenin ve koşulsuz bir sevgiyle kucaklamanın başlangıcıdır. Çünkü en sonunda, kim olduğumuzu hatırlamak, kim olduğumuzla barışmak ve kimseye bağımlı olmadan kendimizi sevebilmek, özgürlüğün en saf hali değil midir?
Belki de bu yüzden, "Olduğum gibi olmak, olduğum gibi kalmak istiyorum," diye fısıldarken içimize dönmek ve gerçek benliğimizi kucaklamak zorundayız. Koşullu sevgiyle sarılmış bir dünyada bile, kendimizi kaybetmemek için direnmek; maskeleri çıkarıp, o gerçek benliği yeniden hatırlamak, belki de hayatın en büyük zaferidir.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain