Hayat, bir arayışın içinde savrulup durduğumuz karmaşık bir yolculuk.
Gerçeği bulmak için çıktığımız bu yolda,
çoğu zaman ya olmayan bir şeye inanarak yanılırız ya da gözümüzün önündeki gerçeği reddederiz.
Sõren Kierkegaard, bu insani yanılgıyı şu sözle dile getirir:“İki şekilde yanılgıya düşeriz.
Ya gerçek olmayan bir şeye inanırız ya da gerçeğe inanmayı reddederiz.”
İlk yanılgı, olmayan bir şeye inanmaktır.
Hayatın bize sunduğu yanılsamalar tıpkı çölde gördüğümüz bir serap gibidir.
O seraba yaklaştıkça, gerçek olduğunu sandığımız suyun aslında bir illüzyon olduğunu fark ederiz.
Ne var ki, insan doğası gereği bu yanılsamalara inanmak ister.
Çünkü hayal kırıklığının getirdiği boşluktan daha az acı verici görünür.
Sahte umutlar, bizi kısa bir süreliğine de olsa teselli eder.
Bir ilişkinin, bir başarının ya da hayal edilen bir geleceğin peşinden gitmek, bazen sadece bir seraba doğru yürümektir.
Gerçek olmayana inanmanın ardında, derin bir korku yatar: Gerçekle yüzleşme korkusu.
İkinci yanılgı ise, gerçeği reddetmektir.
Bu, göz göre göre gelen dalgaları yok saymak gibidir.
O dalgalar ne kadar yaklaşıyor olursa olsun, biz kayaların üzerinde oturur ve onların varlığını inkar ederiz.
Ancak gözlerimizi kapatmak, dalgaların bizi vurmasını engellemez.
Hayatımızda yüzleşmekten kaçındığımız gerçekler de böyledir.
Acı, hayal kırıklığı ya da değişim korkusu, gerçeği reddetmemize sebep olur.
Ancak gerçek er ya da geç karşımıza dikilir,biz onu ne kadar inkar edersek edelim.
İnsanın bu iki yanılgı arasında savrulması, aslında bir anlamda varoluşun kaçınılmaz bir parçasıdır.
Yanılgılar, bizi yanılsamalara inandırdığı kadar, gerçeklerle yüzleşmemizi de geciktirir.
Oysa insan olmanın en zor ama aynı zamanda en öğretici tarafı, bu yanılgıları fark etmek ve onlarla yüzleşmektir.
Gerçek olmayan şeylere inandığımızda kaybettiğimiz, aslında zamanımızdır; gerçeği reddettiğimizde ise kaybettiğimiz, öz benliğimizdir.
Kierkegaard’ın bu sözleri, bize derin bir uyarı niteliğinde.
Yanılgılarımızı kabul etmek, doğruyu bulma yolculuğunun bir parçasıdır.
Çünkü gerçeğin ağırlığını taşımak zor olsa da, gerçek olmayan bir şeye tutunmak uzun vadede daha büyük bir yüktür.
Gerçeği reddetmek, sadece bizi geçici bir yanılsamaya sığınmaya zorlar.
Oysa insan, gerçeğin ışığında özgürleşir.
Sonuçta, hayatımızda hangi yanılgılarla karşılaşacağımızı her zaman bilemeyiz.
Ama önemli olan, bu yanılgıları fark ettiğimizde ne yapacağımızdır.
Gerçeği bulma yolculuğu, insanın en derin hesaplaşmalarından biridir.
Ve bu yolculukta, yanılgılarla yüzleşmek, gerçeği kabullenmek kadar kıymetlidir.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain