Her yeni kuşağın, kendisinden önceki nesle “tutucu” yaftası yapıştırdığı bir çağdayız.
Bu, bir geleneğin devri daimiydi adeta.
Ancak, tutuculuk denilen şey, bir önceki kuşağın inatla savunduğu bir kalıp değil
, değişimin hızına yetişememenin, yeniye ayak uyduramamanın kırgınlığıdır çoğu zaman.
Değişim, baş döndürücü bir hızla hayatlarımızı dönüştürürken,
bir adım geride kalanlar sadece nostaljiye sığınarak geçmişin huzurunu arar.
Tıpkı bir çocuk gibidir değişim. Koşar, oynar, sınırları zorlar ve durmaksızın büyür.
Peşinden koşan ebeveynler, bir süre sonra bu hız karşısında yorulup duraklar.
Çocuk koşmayı sürdürür, ebeveyn ise geride kalmış olmaktan değil,
o koşuya ayak uyduramayacak kadar yorgun düşmüş olmaktan hüzünlenir.
Yeni kuşaklar, bu yorgun adımları anlamaz; çünkü
onlar, enerjileriyle değişimin peşinde, sonsuz bir keşfin içindedir.
Eski kuşaklar, modern dünyanın hızla şekillendirdiği yeni alışkanlıkları anlamakta zorlanır.
Akıllı telefonlar, sanal gerçeklik, yapay zekâ…
Tüm bunlar onların dünyasında bir zamanlar bilim kurgu filmlerinin parıltılı hayalleriydi.
Şimdi ise gerçeğin ta kendisi. Onların ellerinde büyüyen, masallar dinleyerek uykuya dalan bizler,
,şimdilerde çocuklarımızı ekranların masallarına emanet ederken,
annelerimiz ve babalarımız sadece içten bir gülümsemeyle izlerler bizi. Bu gülümseme,
kendi dünyalarının yavaş ve dingin zamanlarına duydukları özlemi, bir kenara bırakılmış hikâyelerinin hüznünü taşır.
Değişim hızla devam ederken, bir öncekini
“tutucu” ilan etmek, aslında kendi varlığımızı ve hızımızı kabul ettirme çabamızdır belki de.
Bu bir meydan okuma değil, daha ziyade görünür olma arzusudur.
Oysa, tutuculuk diye yaftaladığımız şey, köklerden kopmadan yeniye ulaşabilme çabasıdır.
Köklerimize tutunarak filizlenmek, gökyüzüne uzanırken toprağı hissetmektir.
Geçmişin izlerini silmek yerine, o izler üzerinde yeni yollar inşa etmektir asıl cesaret.
Her kuşak, kendi dilini ve ritmini bulmaya çalışır.
Bu süreçte, bir öncekini anlamadan, sadece eleştirmek kolay olandır.
Oysa, eleştiri ve karşı çıkışın ardında, zamanın çarkında savrulan
ve hızla değişen dünyanın ritmine ayak uyduramamanın sessiz bir çığlığı vardır.
Yeni kuşaklar, belki de bu kırılmayı anlamadan “tutucu” demeyi sürdürecek; eski kuşaklar ise
her seferinde biraz daha sessizleşecek. Yalnızca bir fincan çayla, belki de sadece geçmişin şarkılarında huzur bulacaklar.
Bazen, eski kuşağın yüzündeki bir gülümsemeyi yakalarsınız.
O gülümseme, hem içten bir kabul hem de hafif bir burukluk taşır. Çünkü bilirler; değişim kaçınılmazdır ve her yeni kuşak,
bir öncekinin mirasına biraz daha mesafeli duracaktır.
Ancak bu mesafe, bir kopuş değil, değişimin ritmine karşı duyulan derin bir kırgınlıktır.
Sonunda, her kuşak kendi yolunu çizerken, eski ve yeni arasındaki bu dans sonsuz bir ritüel gibi sürer.
Önemli olan, birbirimizin ayaklarına basmadan bu dansı sürdürebilmektir.
Belki o zaman, değişimle gelen hızın aslında ne kadar kırılgan ve insanın ruhuna ne kadar dokunabildiğini anlayabiliriz.
Ve belki de o zaman, kuşaklar arasındaki bu sessiz kırgınlığı, bir anlayışa dönüştürebiliriz.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain