Bazen düşünüyorum da, keşke vazgeçmek
gerçekten söylendiği kadar kolay olsaydı, değil mi?
Hani o an geldiğinde, içindeki ses sana “Boş ver, geçer”
deseydi ve sen de tüm o ağırlığı bir kenara bırakıp yoluna devam edebilseydin.
Ama işte, hayat bu kadar basit değil.
Çünkü vazgeçmek, sadece bir kelime değil; içinden kopan bir parça,
bir nevi ruhunun derinliklerinden gelen bir çığlık.
Bu çığlığı duyduğun anlar var ya, işte o anlar belki de en zorları.
Çünkü bu çığlık, sana aslında bir şeylerden vazgeçmenin ne kadar acı verici olduğunu hatırlatıyor.
Sanki kalbinde bir yaraya tuz basılmış gibi…
Derin bir nefes alıyorsun ama o acı orada, hep seninle.
Herkesin “Unut gitsin” dediği o şeyler, senin zihninde dönüp duruyor
, çünkü vazgeçmek sadece “artık yok” demek değil;
o yokluğa alışmak, onu kabullenmek demek.
Vazgeçmek kolay olsaydı, bu çığlık sadece bir ses olurdu, gelip geçerdi belki.
Ama öyle olmuyor işte. Bu çığlık, aslında senin içindeki o küçük umudun
, vazgeçmek istemeyen yanının bir yankısı gibi.
Hani bazen içinden bir ses yükselir ya, “Belki bir gün…
” diye, işte o ses seni hep geri çekiyor, hatırlatıyor, yaşatıyor.
Ama ne yapacaksın? Yaşamaya devam etmek gerekiyor.
Belki de o çığlıkla birlikte yaşamayı öğrenmek en doğrusu.
Çünkü, biliyorsun, o ses tamamen susmaz; ama zamanla, belki de daha az acıtmaya başlar.
O zaman, vazgeçmenin geride bıraktığı boşluğu değil de, önünde açılan yeni yolu görmeye başlarsın.
Vazgeçmeden önce belki de biraz durup düşünmek lazım. Neden vazgeçmek istiyorsun?
Gerçekten mi bitti, yoksa sadece zor diye mi?
Eğer cevabın “zor” ise, belki de biraz daha çabalamaya değer.
Çünkü bazen en zor anlar, en güzel başlangıçların habercisi olabilir.
Ama gerçekten bittiğini hissediyorsan, o zaman da kendine kızmadan,
sadece yeni bir sayfa açmanın zamanı geldiğini bilerek ilerlemek en doğrusu olur.
Ama işte… Bazen ne kadar vazgeçmiş görünsek de aslında tam olarak vazgeçmiyoruzdur.
Çünkü çoktan vazgeçmiş olsak zaten giderdik, değil mi?
Kalıyorsak, belki de hala içimizde bir yerlerde küçük bir umut taşıyoruzdur.
Belki de vazgeçmekle, kalmak arasında gidip gelen bu ince çizgide,
kendimize dürüst olmamız gerekiyor.
Evet, sonra... Sonra ne yapacağını düşünüyorsun, değil mi?
Hani kalmak mı, gitmek mi daha doğru olur?
Aslında bu, cevabını sadece senin bulabileceğin bir soru.
Çünkü kalmak, sadece fiziksel bir durumu ifade etmiyor;
kalbinin ve aklının da orada, o anın içinde kalması demek.
Eğer gerçekten kalmayı seçiyorsan, bunu yarım yamalak değil, tüm benliğinle yapman gerekiyor.
Ama eğer gitmeyi seçersen, o zaman da arkanı dönüp giderken pişmanlıkları geride bırakmayı bilmelisin.
Bazen kalmak için bir neden bulamazsın; ama gitmek de öyle basit değildir. Bu yüzden, kalbinle aklın arasında sıkışıp kalırsın.
Ve işte o anlarda, vazgeçmiş gibi görünürsün ama aslında tam olarak vazgeçmemişsindir.
Çünkü bir şey seni orada tutar. Belki bir anı, belki bir umut, belki de o şeyin bir parçası sen olmuşsundur.
Kalıyorsan, kalmanın da gitmenin de bedeli olduğunu bilmen gerek.
O bedel, kimi zaman yalnızlık olur, kimi zaman içini acıtan bir boşluk...
Ama en nihayetinde, bu bedel hayatın bir parçasıdır.
Sonra mı? Sonrası, senin kararına bağlı.
Kalıp bu çığlıkla yaşamayı öğrenmek mi, yoksa gitmeyi göze alıp yepyeni bir yolculuğa çıkmak mı?
Hangisini seçersen seç, bil ki her iki yolun da kendine göre zorlukları ve güzellikleri var.
Önemli olan, neyi seçtiğin değil, seçtiğin yolda nasıl ilerlediğin.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain