“Oysa gençlik, doluluktur.
Bitişe yazgılı olmaktan bağımsızlaşmasıdır her şeyin.
O doluluk, eşyadaki, göz kamaştırır.
Hüzün bile o “doluluktan alır payını.
Gündelik yaşamın koşturusu, doluluktandır.
Ağzına kadar dolu fincanı dökmemek için ne kadar yavaş ve özenle yürüseniz bile, gene de dökersiniz ya kahvenin birazını fincan altı tabağa, işte öyledir gençlik: O “doluluk”u döküp saçmaktır…”
Diyor Hilmi Yavuz Usta “Defterler” adlı kitabında.
İmzasını bıraktığından beri elimden düşürmediğim Defterler’deki her bir yazı günüme ışık düşürüyor.
Dönüp tekrar tekrar okuduğum oluyor.
Yıl biterken, ömür akarken, geçmiş yıldan bir fotoğraf karesinin üstüne onun “gençlik doluluktur.” Cümlesi denk geliveriyor.
Her yıl kendi yaşımızın gençliğinde heybemizi doldururken, fincanlarımızdaki kahveleri yudumlarken, döküp saçarak ilerliyoruz bir yandan da biriktirdiklerimizi.
Geçtiğimiz yollara izler bırakarak.
Okuyarak, yazarak, çalışarak.
Bazen de sadece kendi ruhumuzun şarkısını dinleyerek geçiyor ömrümüzün baharları.
Aslolanın “insanlık” olduğunda durup kalıyoruz çoğu kez.
Sağlıklı nefes almak olduğunda hemfikiriz hepimiz.
Görebilmek, duyabilmek, yürüyebilmek, yiyip içebilmek gibi basit gibi gördüğümüz tüm eylemlerin aslında ne denli kıymetli olabildiğini bilmek ve şükredebilmek ayakta kalabildiğimize.
Her şeye rağmen gülümseyebilmek hayata.
Gönlümüzle, gözümüzle gülümseyebilmek.
Ve bu ışığı yayabilmek insanlığa…