Nasıl mıyım ?
Tam on bir aydır ,On Bir Gül,deprem illeri, gibiyim....
....
Şubat tatilindeyiz hava çok soğuk "Bir şeyler yapmalı" dedim, kendi kendime.Evet evet, bulmuştum:"Bir Çorap Bir Öğrenci" kampanyası; üşüyen ayaklara minik bir umut olmak adına...On beş gün sonra okul açılacak ve bu kampanyayı idare ile istişare edip hemen başlatacaktım zaten okulca hep mazlumun yanında olmamış mıydık? Lakin ruhumda bir sıkıntı ,sabahlara kadar uyutmayan bir çorap bir öğrenci sıtması....
5 Şubat...Depremden bir gün önce yüzüm hiç gülmüyor sebepsiz sürekli ağlıyorum ardından boğulma hissi yaşıyorum.5 Şubatta yağan kar ve yüksek sevinç...Gökten nazlı gelinimiz geliyor! Beydağı tüm ihtişamıyla bembeyaz gülümsüyordu.
O akşam ailece saat 19.00'da Malatya'nın nezih bir lokantasına gitmek için yola çıktık fakat dışarı çıktığımızda kar 50 cm'yi bulmuş, hava da çok soğumuştu.
Kim bilir bu havada kaç can üşürdü? Eşim ve çocuklara "Evde bir şey unuttum!" deyip kapıdan geri döndüm ve hızla gardırobumu açtım, elime gelen ilk hırkayı alıp poşete attım "Yolda ilk karşıma çıkan üşüyen cana vereceğim!"dedim .
Arabayla gittiğimiz lokantanın önünde in cin top oynuyordu ,elimde poşetle kalakalmıştım; lapa lapa yağan kar ne de güzel yüzüme vuruyordu.Meğer, karın ihtişamı yüzyılın depremine ramak kala adını yazdırıyordu tarihe keyifle..
Lokantanın önünde duran geri dönüşüm kutusu ilgimi çekti ,poşeti o an kutuya atacağım geldi ama yok yok, hava çok soğuktu ve bu hırka üşüyen cana hemen sıcak bir örtü olmalıydı.İkiye katladığım poşeti karın üzerine usulca yerleştirdim ve etrafıma umutla bakarak "Haydi üşüyen can, tez gel al! "diyerek tebessüm ve merakla ayrıldım.
Lapa lapa yağan kar, boydan boya cam kaplı olan lokantadan ne de güzel görünüyordu.Her şey çok tatlı ve güzeldi ama benim içimdeki sıkıntı yüzümden okunuyor yapmacıkta olsa gülümsemeyi başaramıyordum.Lokanta çıkışı kar iyice yoğunlaşmış,sokaklar tuhaf bir haleti ruhiyeye bürünmüştü.
İŞTE O KARA GÜN!!!
Saat sabah 4.10 'da asrın felaketi yavaş yavaş başladı,önce eşimi uyandırmak istemedim ,durur elbet korkutmayayım istedim ama hızı artınca omzuna vurup "Deprem uyann! "deyip çocuklarımın odasına koştum,oğlum yatağında telefonuyla uyanıktı "Anne,sallanıyoruz" dedi "Oğlum koş" deyip hemen kızımın odasına girdim; kızım şoka girmiş halde yatağına kitlenmiş haldeydi ,abisiyle elinden tutup kaldırmaya çalıştık ,tonlarca ağırlıkta idi....Yıllarca öğretmenlik yapmış çök, kapan similasyonlarına katılmış öğretmen olarak ,o an tüm bilgileri sıfırlamış akıl tutulması yaşıyordum,ayakta oğlum ve kızımla kapı altına girmiş halde şehadet getirip ,tekbirlerle ölümü bekliyorduk.Kızımın tavana diktiği gözlerinden korku dehşet okunuyordu ,onun çığlığı bizi daha kötü ediyor "Duracak ,duracak" diyordum lakin doksan saniye süren bu depremin durmayacağını anlamış ve içimden "Durmayacak, hep birlikte gidiyoruz" dedim.Aklımdan o saniyelerde neler geçmedi ki helallik almadığım insan var mıydı?En son namazımı kılmış mıydım ?Eyvah kaza oruçlarım...Ve ölüm ne yakındı.. Abisi Ayşe 'nin gözlerini kapatıp,bakma sarıl bana dediğinde ölümün ne kadar kolay olduğunu anlamıştım.Ne hasta olmuş ne trafik kazası geçirmiş ne de yaşlanmıştık;ölüm ne kadar yakındı oysa bize...Ve sanki durdu hemen Ahmet arabanın anahtarını aldı ve bizleri 9.kattan aşağı inmeye zorladı merdivenler ne de çoktu ,yol ne de uzundu ve üstelik sallantılar durmuyor merdivenler patlayıp yüzümüze yüzümüze savruluyordu tam en son çıkış yerine gelmiştik ki merdivenler çökmeye başladı eşim ve çocuklar çıkış kapısında idi oysa ben toz dumanın içinde kalmış çıkışı göremez hale gelmiştim;kızım "Annee"diye bağırdı ,tek cümle kurdum kızıma "Kızım, bekleme koş bekleme " Ondan sonrasını hatırlamıyorum, sırtımda kocaman beton ağırlığı vardı ,ağzımda gıcırdayan kum ve taşlar dişlerimin arasındaydı ,ağzımdan çamur tadı geliyordu,üzerimdeki ağırlık sanki belimi kırmıştı ve nihayet bir ışık görmüş molozlardan kurtulmayı başarmıştım ve kendimi çıkış kapısına atmıştım.Sokak mahşer alanı gibiydi...
Ve kaçışlar...Üç gün köy evinde kaldık lakin şartlar ağır idi biz de Amasya'ya gitmeye karar verdik ,aile halkı olarak on bir kişi idik,içimizde biri de vardı ki 16 yaşında yürüyemeyen,konuşamayan,göremeyen engelli yeğenim Şevval idi..Rabbim onu bu musibetten çok şükür sağ olarak elimize vermişti. Adıyamanlı olan eşimin birinci dereceden -kırk yedi can- cenaze haberleri ile sarsılmış halde yollara düşmüştük.
Henüz Malatya'dan çıkmamıştık ki Merzifon tırı karşımıza çıktı, üzerinde al bayraklar ile donatılmış tırı görünce yüreğim kabardı,onur duydum,güzel vatanımın güzel insanlarını şah damarımda hissettim.Tırdan inen genç seslendi " Çorap ister misiniz?"Elinde,kolunda sayamadığım kadar çiftlerce çorap vardı...Üç gündür çorapsızdım ve ağlayarak "Evet, ayaklarım hissetmiyor artık "dedim.Üşüyen ellerimle aldığım çorabı ayaklarıma hızla geçirdim .O an aklımdan "Bir Çorap Bir Öğrenci Kampanyası" geçti .Rabbim bu nasıl bir imtihan idi? Meğer on beş gündür uyutmayan çorap sıtması bu idi...
Bir şehirden kaçıyorduk ,nefes almanın şükrüyle ve geri dönebilmek umuduyla...
Üç gün sonra Amasya 'ya sığındığımız o gün,öğretmenevine yerleştirildik,tam yirmi aile idik.."Nefes" isimli belediyenin açtığı hayır merkezine öğretmenevi depremzedeleri olarak götürüldük Çorapsız düştüğümüz bu yolda düştüğümüz hale ağlayarak cevap verememiş ve "lütfen,kıyafet ihtiyaçlarınızı alın;bizler de sizler gibi olabilirdik" dendiği vakit elimi kıyafetler arasına daldırmıştım.Elime ilk gelen hırkayla şaşırdığım tebessümü Allah u Ekber nidasıyla yüreğime kazımıştım..O gece -5 Şubat-verdiğim hırka,evet evet aynısı bana geri gelmişti.Kim derdi ki bu kolları yamalı ,bordo hırka bana ulaşacak ve bana sıcacık bir örtü olacak. Rabbim,sen ne büyüksün!
Şevval'imizi de tam altı ay sonra bu şehirde kaybettik ve buraya defnettik.Vatan toprağım hem maddi hem manevi kapılarını açıyordu bizlere...Tevafuk dediğimiz şey, hayatın tam da kendisi değil miydi aslında?