Gün doğumunun hemen ardından tozlu yolları ardımızda bırakarak vardığımız köyde kadınlar çoktan uyanmıştı.
Küçük toprak damın içinden gelen oklavanın tahtayı döven sesine, ateşin çıtırtısına, pişmiş ekmeğin kokusuna doğru yürüdüm.
Minicik kuytuda iki Anadolu kadını sabahın yedisinde ekmek pişiriyorlardı ocak başında.
Biri yumruk kadar hamur bezesini maharetle incecik açıyor, diğeri pişiriyordu.
Kim bilir kaç yıldır bu eller ekmek pişiyordu sabah yavrular yesin diye.
Yüksünmeden, üşenmeden.
Güleç yüzleriyle, merhametli yürekleriyle.
Birinin adı Yazi
Türkçe’de Yeter anlamına geliyormuş.
Çok kız olunca ailede, “Yazi” demişler.
Yeter…
Erkeğe dönsün soyumuz…
Çoktur Anadolu’da bu isimlerden, hikâyelerden.
“Dönüş” ler, “Döne” ler, “Yeter” ler hep isimlerinin ardındaki hikâyenin hüznünü saklarlar gülümsemelerinin ardında.
Ocak başındaki tatlı kadının adı ise Neşmiye.
Bu bölgelerde kız çocuklarına konulan bir isimmiş.
İkisi de yavruları için çabalayan fedekâr ana.
Anadolu kadını.
Anlatmak istedikleri ama anlatamadıkları ne çok cümleleri var.
Hayattan bekledikleri,
Umutları
Hayalleri
İmkânsızlıklar içinde dahi olsa hayata tutunmaları örnek alınası.
Gülümsemeleri, konuşmaları ne kadar doğal.
Tıpkı sacda doğal undan pişirdikleri yufka ekmekleri gibi.
Benimle paylaştılar o günkü rızıklarını.
Hemen sıcağı sıcağına koparıp yedim.
Anne kokulu ekmeklerini.
Sofralarında oturdum.
Dönüşde çantama azık oldu yufkalar.
Kokusu, sıcaklığı hep hafızamda.
Ne ekmeği, ne bu güzel kadınları hiç unutmayacağım.
Canım Anadolu Kadınlarım
@diletuna