Öğretmen olmak ,duvarlar arkasındaki bir değil ,bin yüreğe kavuşmayı beklemekti belki de ...
1999 senesinin yağmurlu bir ekim ayıydı.Anadolu'nun sevimli mi sevimli bir kasabasına öğretmen olarak atanmıştım.
Henüz 21 yaşındaydım ,öğretmenliğimin en güzel yılları... Mesleğe geçtiğim o güzel senelerde bazen abla,bazen öğretmen bazen de anne olduğumu hissediyordum.
Türkçenin güzelliklerini kavratmak, edebiyata, şiire olan merakı aralamak ,kendiyle barışık ,vatanına aşık bireyler yetiştirebilmek,Allah sevgisini ve korkusunu kuşanan,sadece memleketine değil ;tüm dünyaya fayda sağlayacak ilimleri öğrenmeye meraklı bireyler yetiştirmek biricik gayemdi.
Okulum ,tek katlı,pembe beyaz boyalı,bahçesinde renk rek çiçekleri ,türlü türlü ağaçları ile yürekleri ısıtan güzellikte idi.
Okul idaresi ve öğretmen arkadaşlarım hepsi görev aşkıyla yanan ,mesleğini en yüksek vicdanlarında taşıyan kıymetli insanlardı,bu güzel insanların mesleğimin ilk yılında karşıma çıkmaları da benim için büyük bir lütuftu.
Teneffüslerde en büyük keyfim ,öğrencilerimi izlemekti; arkadaşları ile konuşmaları ,uyumları,tartışırkenki üslupları hatta kavgaları en doğal halleri bu vakitlerdi.Onları tanımanın en iyi buradan geçtiğini biliyordum;o yüzden onların oyunlarına eşlik etmekten,muhabbet etmekten asla geri durmuyordum.
Okul bahçesinde biri vardı ki hiçbir oyuna katılmıyor ,duvar kenarlarında hep tek başına dolaşıyordu.Yanına gidip konuşmak istediğimde benden hep kaçtığını fark ediyordum.İsmi Umut'tu. 13 yaşlarında,esmer,kara kaşlı,kara gözlü, uzun boylu ,etine dolgun ,yakışıklı bir çocuktu.Dersine girdiğim bu çocuğun ödevleri hep eksikti ;fakat kavrayışı ,zekası çok iyiydi. Velhasıl kelam, dağınıklığı ve gözlerindeki sönük yıldızlar dikkatimi çekmiyor değildi.
Teneffüste yanına gidip oturmak istedim,sıranın en ucuna geçti,rahatsız olduğunu hissettim.Bir çay içelim mi? dedim."Çay sevmem "dedi."Çikolata yiyelim "dedim."Alerjim var "dedi."Kaç kardeşsiniz ?"dedim,cevap vermedi. Derslerine olan ilgisizliğinin sebebini sordum,başını hiç kaldırmadı,oturduğu sırada sürekli yere baktı,sessizlik ölüm gibiydi.Sanki sınıfın duvarları üzerime üzerime geliyordu,her soru elimde kalıyor ,sonra tomar tomar çöpe atılıyordu.Nihayet sorularım karşısında bir tepki gelmişti, bardaktan boşanırcasına gözyaşı ... Umut ,hıçkıra hıçkıra ağlıyordu,yanaklarına dokunan avuçlarım adeta bir havuza dönüyor,ikimize çaresizliğin kara ,kör kuyusunu yaşatıyordu.
Bilir misiniz ,o gece avucuma dolan yaşlarla uyumanın ne denli ıstırap olduğunu ?Ellerimi yastığın altına her götürdüğümde buza dönen yüreğim ,Umut'un gözyaşlarının sıcaklığı ile kavrularak uyanıyordu .
Ertesi gün tekrar aynı cevapla karşılaştım gözyaşı,ertesi gün yine ,ertesi gün yine... Umut hakkında tek bildiğim gerçek babası tarafından terk edilmiş olmasıydı.
Gün, güne evrilirken bu suskunluğu bozmak inancıyla yola koyulmaya karar verdim.Okul dağıldığında arkasından evine kadar takip etmek istedim; çünkü içimde bir ürperti bir acı birikmişti,içimi kemiren soruların cevaplarını almalıydım.
Umut, eve giderken bakkaldan iki ekmek aldı ve eski bir evin kapısını bir nenenin öksürüğü tınında acı acı araladı,içeriden bir kız çocuğu sesi geliyordu ,kapıyı vurmaya cesaret edemedim.Penceresi açık camdan içeri baktığımda on yaşlarında bir kızın evi hallaç pamuğuna döndürdüğüne şahit oldum,dikkatlice baktığımda zihinsel engelli olduğunu anladım,sonra bir kadın belirdi ,kıza yemek yedirdi.Umut da o arada üstünü değiştirmiş evin bu halet -i ruhiyesine tüm çocuk haliyle karışmıştı.Kardeşiyle oyunlar oynayan Umut 'un yüzü gülüyordu.Sonra anne bu engelli kızı Umut'a teslim ederek "Fabrikaya gidiyorum." deyip evden çıktı,Umut'un yüzü birden simsiyah kesildi.Anne kapıda beni görünce şaşırdı ,konuşmak istediğimi ,Umut'un öğretmeni olduğumu söyleyince apar topar "Acelem var hocam!" deyip adeta kaçtı.
Kafamdaki soruların cevabını alma düşüncesiyle komşularının kapısını tıkladım.Kapıyı yaşlı bir teyze açtı,Umut'un öğretmeni olduğumu söyleyince gönül kapısını sonuna kadar açtı. Evinde konuk etmek isteyen bu teyzeye yok diyecek kabalıkta değildim.Bir bardak ayran eşliğinde Umut'un ailesine dair söyleştik.
Babaları beş sene önce engelli çocuğu kabullenmediği için evi terk etmiş,anne ise engelli kızı ve Umut ile ortada kalınca çok iş aramış ,çok yerde çalışmış,maalesef en sonunda anne uygunsuz yoldan para kazanmaya başlamış.
Tüm mahallenin bildiği bu acı gerçeği Umut da biliyormuş ama bilmemezlikten geliyormuş."Kocaman genç delikanlı bunu nasıl hazmeder ,nasıl kaldırır hocam? "diyordu teyze. Eyvah !Başımdan kaynar sular dökülmüştü adeta, sırtıma yüklenen tonlarca ağırlığın bedeliyle ,kafamda bin cevapsız soru ile ayrılıyordum.
İşte Umut'un ailesinin kara yazgısı saklanılacak,utanılacak kadar ağır ;ama toplumun acı gerçeği kadar aşikardı. Bazı acılar vardır ,onların derecesi yüksektir; anlatılmaz,yaşanır.
Sabaha kadar dönüp durdum,Umut 'un o kadar ağlamasının sebebini ve acı gerçeğini anlatamamasını anladım. Hayatta hiçbir şey çözümsüz değildi, bazı insanlar bazılarının yarasını sarmak için vardı belki de hayatta.O sabah gökyüzündeki maviliğe gülümsedim ,elimin ayası ile güneşe dokundum ve inançla yola koyuldum.
Umut' a ,okulca umut olabilme duasıyla okul idaresi ve öğretmen arkadaşlarıma çocuğun durumunu anlattım,el birliği ile bu vaziyeti düzeltmeye çalıştık.Öncelik Umut 'un kurtuluşuydu,onun kurtuluşu gelecekte ailesinin de kurtuluşuydu.Tüm branş öğretmenleri gönüllü olarak onu lise sınavlarına hazırlamaya ,etütlerle eksiklerini kapatmaya sözleştik.
Güzel kardeşi Tuba 'yı Zihinsel Engelliler Okuluna yazdırdık,kızcağız topluma kazandırılmalı ,ev hapsinden çıkartılmalıydı.
Anne girdiği bataklıktan kurtulmalıydı bunun için de kendisini okulun temizlik işlerine aldık.Yaptığı yanlıştan dönmesi için okulca el uzattık;bir hayat bin hayat demekti çünkü.
Umut ,gerçeklerini bildiğimizi bilmiyordu,sadece okul olarak ona ve ailesine el uzattığımızı biliyordu.Annesinin okulda çalışmasından duyduğu huzur ve mutluluk ise onun başarısını kat kat artırıyordu.Umut'un azmi ,kararlılığı taktire şayandı.
Derslerde bol bol ,Mevlana 'nın "Ne olursan ol gel! "düsturundan , güzelliklerden bahsediyordum;çünkü Umut'un annenin "doğru yol" mücadelesini görmesini sağlamalıydım.
Nihayet Umut iyi bir liseye gitmeye hak kazanmıştı,annesi de kendisi de bizler gibi çok mutluydu.Anneden memnun kalan idare ilerleyen yıllarda da annenin işini devam ettirmişti.Tuba da topluma karışmış,eğitimi hız kazanmış,çiçek çiçek açmıştı.
Aradan 22 yıl geçti, bir gün telefonuma bir resim geldi,ortada yaşlı bir kadın(anne),sağda otuz yaşlarında yakışıklı bir adam(Umut),solda güzel bir hanım (Umut'un eşi)ihramlar içindeydiler ;tanımakta çok zorlandığım bu esmer genç,resmin altına bir not düşmüştü :
"Kâbe 'den selâmlar hocam,oğlunuz,Mühendis Umut "